Sayın eşim Kerime Ural Bozdoğan bana bir yazı göndermiş. Siz okuyucularımla paylaşmak istedim.
Aile En Güçlü Takımdır
Son iki yıldır çeşitli ortamlarda konuştuğum lise son sınıf öğrencisi olan gençlerin neredeyse tamamına yakınının yaşadığı şehirden farklı bir şehirde üniversiteye gitmek istediğini gözlemledim.
Samimi dertleşmeler sırasında herbiri farklı özelliklere sahip, farklı şehirlerde yaşayan ailelelerin çocukları olmalarına rağmen bu kaçışın ortak üç temel nedeni olduğunu farkettim.
Hepsi de anne-babası tarafından yeterince anlaşılmadığına, güven duyulmadığına ve en önemlisi de “ aklı ermeyen çocuk” olarak kabul edilmeye karşı tepkililer. Adeta tehdit olarak algıladıkları müdahalecilikten kaçıp kurtulmak ve özgürce kendi hayatını kendi kararlarıyla yaşamak için “uzaklaşmak” en kestirme yol olarak görünüyor. “Eğitim” gibi haklı bir gerekçeyle, üstelik ailenin tüm desteğini alarak özgürlüğe kavuşmak son derece cazip geliyor. Tartışmasız ve kesin çözüm.!
Gençlerin gözüyle bakınca haklı bulmamak mümkün değil. Anne ve babalar yönünden bakınca da hak vermek zor, hatta imkansız.
En iyisi Nasrettin Hoca gibi “sen de haklısın” demek. İyi ama, böyle de olmaz ki! Kimseye fayda sağlamayan ama herkese zararı olan bir durumu geçiştirmek, çöpü halının altına süpürmek değil midir? Üstelik o süpürülen çöp er geç ortaya çıkacaksa , en iyisi baştan süpürüp ortadan kaldırmaktır.
Çöp dediğim bu zihniyet en fazla üç beş yıl gence mutluluk , ana babaya da kaygı yaşatır. Asıl sorun ondan sonra başlar.Öyle de oluyor nitekim. Okul bitip iş hayatına adım attığında hayatın gerçek yüzü ilk kez karşılaşıyor ve ne yazık ki duvara çarpıyor.
Birey olarak hayata hazırlanma dönemindeyken, okula gitmek ve kafasına göre takılmakla günü geçirmek, ne yazık ki genci “birey” yapmıyor. Kimliğini, toplumsal rolünü ve rolünün gereklerini yerine getirmeyi öğrenemeden kendini hayatın ortasında buluveriyor. Gençliğinin verdiği “acemi cesaretiyle” iş dünyasının kapısını çalıyor.
Dün sorun değildi ama özellikle bu yüzyılda değişen iş yaşamı acemi adamın yetişmesine sabır göstermiyor. Hemen sistemin dışına atıveriyor. Çünkü takım ruhuyla yönetilmeyen kurumlar başarılı olamıyor.
Günümüzde değişen kuruluş yapıları, yönetim ve organizasyon yöntemleri, üretim ve hizmet prosesleri, güçlü rekabet ortamı ekip üyesi olamayan toy insanlara fazla şans veremiyor. Mesleki yeterlilik bir şekilde sağlanabilse de, takım üyesi olma becerisini kazandırmak zahmetli ve zaman alıcı olması nedeniyle tercih edilmiyor.
Başarı hikayelerine baktığımızda başarının altında imzası olan kişilerin pek çoğunun “çocukluğundan itibaren sorumluluk yüklenmiş olmak” gibi bir ortak paydası bulunduğu hemen göze çarpıyor. Aynı şekilde özellikle geçen yüzyıla damgasını vuran ve hala varlığını sürdüren şirketlerin büyük çoğunluğu aile şirketi olarak kurulmuş ve hala aile bireylerinin sinerjisiyle yönetiliyor.
Aile şirketlerinin pek çok olumlu ve olumsuz yanları olmakla birlikte hiç yadsınamayacak gerçek şudur ki, en küçük takım ailedir ve takım ruhu gücün en önemli etkenidir. Aile içinde işbirliği, işbölümü, sorumluluk paylaşımı, iletişim, güven, dayanışma gibi çok kıymetli deneyimlerin kazanılmış olması, bireyi kalabalıklar içinde öne çıkartmak için yeter de artar bile.
Bu bağlamda bir konunun daha altını önemle çizmek isterim ki, çocuklarımızın akademik zekasını geliştirmek için binbir fedakarlık yaparken duygusal zekalarının gelişimini göz ardı etmek , onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü akademik bilgi ve becerisi gelişmiş bireyler verilen işleri iyi yapabilirler; ama duygusal zekası gelişmiş bireyler başarılı olurlar.
Gerçekte çocuklarımızın hayatta başarılı olmaları için elimizden gelen her fedakarlığı yapmaya çabalarken, bu arada çocuklarımızı feda ettiğimizin farkına varalım. Yüzlerce problemi ışık hızıyla çözmesi için gerçek hayattan koparıp dersanelere, özel öğretmenlere vs. terkettiğimiz çocuklarımızın vasıflı işçi olmaktan ötesine geçemeyeceklerini görelim.
Bir daha asla sahip olamayacakları çocukluklarını sevgimizle ısıtıp, anlayışımızla konfor sağladığımız, adına “aile” denilen güven ortamında, saygınlığın lezzetini tadarak yaşamalarına önem verelim.Aile takımının içinde geliştirsinler “birey olma” becerilerini. Takımının gücüyle beslensin özgüvenleri.
Bu en doğal insani hakkı tanıyalım onlara. Kendini anlayacak birilerini bulmak için gitmesin yada yabana, sokakta çare aramasın güven ihtiyacına.
Kerime Ural Bozdoğan / Girişimci-Yazar