Güney Azerbaycanlı Şair
Tam adı Doktor Seyyid Muhammed Hüseyin Behcet Tebrizî’dir. Bunlardan Muhammed Hüseyin şairin küçük adı, Behcet Tebrizî soyadı, (Seyyid) peygamber soyundan geldiği için) lakabı, Doktor muhtemelen tıp fakültesinde okuduğundan dolayı söylenen bir hitab sözü, Behçet aynı zamanda ilk mahlası, Şehriyar ise daha sonraki mahlasıdır. Şair ülkesinde ve dünyada mahlası olan Şehriyar olarak tanınmaktadır.
Doğum tarihi kaynaklarda çok çeşitli olmakla beraber 1904 yılında Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde doğmuş olmalıdır. Babası Tebriz’in ünlü avukatlarından kemal ve faziletle şöhret bulmuş Hacı Mir Ağa, annesi ise Kövkeb hanımdır.
Şehriyar’ın çocukluk yılları Tebriz’deki Meşrutiyet devrine rastlamaktadır. Tahsil hayatı ile ilgili bilgiler karışıktır. İlk tahsilini babasından almış ve küçük yaşlardan itibaren şiire yatkınlık gösterdiğinden. o devirde okutulması adet olan Kuran-ı Kerim, Sadi’nin Gülistan’ı ve Ebu Nasri Ferahi’nin Nisab adlı Arapça Farsca manzum lugatiyle öğrenimine devam etmiştir. Daha sonra Molla İbrahim’den daha altı yaşında iken Gülistan ve Hafız dersi almıştır.
İlk resmi öğretimine Tebriz’deki Medrese-yi Müttehide’de başlamıştır. Yaz mevsimininde ise Kayışkurşak’da aydın bir zat olan Molla İbrahim Halil’de eğitim ve öğretimine devam etmiştir. Orta tahsiline ise Füyuzat ortaokulunda başlamış ve dokuzuncu sınıfa kadar devam etmiştir. Ayrıca Tebriz’deki Talibiyye Medresesi’nde Arap dili ve edebiyatı okumuş, daha sonra 1921’de darülfünuna kaydolmuş ve 1923’de tıp fakültesine girmiştir. Ama tıp fakültesini maddi zorluklar yüzünden bitirememiştir. Şehriyar’ın sevdiği kızın adının Süreyya olduğunu biliyoruz. 1973 yılında yaptığı Tahran radyosunda yaptığı bir konuşmada Süreyya ile son defa Behcetabad’da buluşacaklarını ancak onun gelmediğini, ertesi sabah ise fakülteyi bitirmesine iki üç ay kala Tahran’dan sürgün edildiğini, Behcetabad Hatiresi şiirini bu buluşmaya hasrettiğini söylemiştir.
Şairin devlet memurluğuna 1932 yılında başladığında bütün kaynaklar müttefiktir. Daha sonra Tahran’dan sürülmüş ve 1935 yılında tekrar Tahran’a dönmüş ve Ziraat Bankası’nda memuriyetine devam etmiştir.
Şehriyar’ın hayatının önemli olaylarından biri de babasının ölümüdür. Babasının ölümümden ve 1935’de Tahran’a dönüşünden sonra şairin buhranlı bir döneme girdiğini görüyoruz. Şair bütün sevdiklerinden ve dostlarından uzaklaşır. Ruh çağırma seanslarına katılır, tasavvufa meyleder, hatta Zehebiye tarikatına intisab eder. Bu arada 1937 yılında dört ay süren bir Tebriz seyahati yapar. Şehriyarın bu bunalımlı durumu uzun sürer.
Şair annesinin de ölümüden sonra uzun zaman kaldığı buhranlar ve hastalıklar geçirdiği Tahrandan aniden ayrılarak 1953 ortalarında anayurduna Tebriz’e döner. Buradaki Ziraat Bankası’nda çalışmaya başlar ve buradan emekli olur. Şehriyar, Tebriz’de en mühim eserini “Haydarbaba’ya Selam” ı yazar ve bastırır (1953).
Şehriyar Tebriz’e yerleştikten sonra akrabalarından ilkokul öğretmeni ve kendisinden 35 yaş küçük Azize adlı bir kızla evlenir (20 Ağustos 1953) ve bir ev alır. Bu evliliğinden dört çocuğu olmuştur.
Şehriyar 1964 yılında Hoşginab’a gider ve ikinci. Heyderbaba’yı yazar ve bastırır. 1976 yılında Tahran’a gider ve misafirlikte iken eşi Azize Hanım kalp krizinden vefat eder.
Şairin Türkçe şiirlerinin büyük kısmı 1982’de Yahya Şeyda tarafından Tahran’da neşredilmiş 1984 yılında ise Tebriz Üniversitesi’nde yapılan bir törenle 80. yaş günü görkemli bir şekilde kutlanmıştır.
Şehriyar ömrünün son yıllarında yaşlılığın verdiği zaafiyetle birçok kez hastalanmış ve nihayet 18 Eylül 1988’de vefat etmiş ve Tebriz’in ünlü Makberetü’ş-Şuara’da toprağa verilmiştir. Şehriyar’ın hatırasına hürmeten Tebriz’de hiçbir dükkan açılmamış ve bütün halk matem işareti olarak karalar giyinmiştir.
Şehriyar anadili Türkçeden başka mükemmel derecede Farsca ve Arapça , iyi derecede Fransızca bilirdi. Gençliğinden beri musiki ile yakından ilgilenmiştir. Çok güzel tar çalan Şehriyar’a İran’ın meşhur musikişinaslarından Ebulhasan Seba, Dervişandan kalma kıymetli bir tar hediye etmişti. Şehriyar, İran’ın ünlü hanende ve sazendelerinden Ebulhasan Han İkbal, Kamer, Kerimağa Safi ile dost olmuş, Ebulhasan Seba dahil bir çoğuna ölümleri vesilesiyle Farsca ve Türkçe mersiyeler yazmıştır. Şair emekliliğinden sonra Tebriz’de sade bir hayat sürmüştür. Küçük çocuklarını sevip okşayarak onlarla Tebriz sokaklarında gezintiye çıkan Şehriyar’ın bir zevkinin de güzel hattıyla Kuran ayetlerini istinsah edip dostlarına hediye etmek olduğu bilinir.
Şehriyar usta şairliğinin yanında seyit (peygamber soyundan gelen) olması yönüyle de halk arasında büyük saygı ve sevgi görmüştür. Şair emeklilik günlerinde maddi sıkıntılar içinde olmuş, 1976’da bulunduğu Tahran’da Ettelaat gazetesine verdiği demeçte 22 yıldan beri aynı elbiseyi giydiğini söylemiştir.
İran edebiyatındaki yeri dolayısıyla birinci dereceli Maarif nişanı ile taltif edilmiş, Tebriz Üniversitesi edebiyat fakültesinin en büyük anfisine ve Tebriz’deki okullardan birine onun adı verilmiştir. Ayrıca daha sağlığında 16 Mart günü şehriyar günü olarak kabul edilmiş, ölümünden sonra da evi müze haline getirilmiştir.
İran’ın ileri gelen şair ve yazarları tarafından da övülen Şehriyar’ın Kitapça’sında yazdığı önsözde Şehriyar’ı “Yalnız İran’ın değil, bütün şark aleminin iftiharı” olarak takdim etmiştir.
ESERLERİ
1- Heyderbaba’ya Selam (yazılışı 1953, basılışı 1954)
2- Türkün Dili (1969)
3- Memmed Rahim’e Cevab (1967)
4- Sehendim (1970)
5- Behcetabad Hatiresi
6- El Bülbülü
7- Süleyman Rüstem’e Cevaplar
8- Döyünme ve Söyünme
9- Getme Tersa-Balası
10- Naz Eylemisen
11- Türk Evladı Gayret Vahtıdır
12- Derya Eledim
13- Türkiye’ye Heyali Sefer
EMİNE AKDÜZEN
Güneş kaybolmuş, akşamın sessizliği yavaş yavaş çöküyordu Tebriz’in üstüne. Caddelerdeki ayak sesleri, resmi dairelerin kapanmasıyla evlerine giden memurlardan geliyordu. Bir kısmı da, alış-verişten dönenlere aitti.
Şehriyâr, Bânk-i Kişâvarzî (Ziraat Bankası) de yorucu bir gün geçirmiş, bir an önce eve ulaşıp anasının güzel yemeklerle donattığı sofrasına oturmayı düşünüyordu.
Evlerinin bulunduğu sokağa sapacağı sırada, dün gece yarım bıraktığı şiir geldi aklına. O an ne yorgunluğu kaldı, ne de aklına takılan anasının yemeği… Durup, cebinden yarım kalan şiirin yazılı olduğu kağıdı çıkardı. Sırtını duvara yaslayıp, şiiri tamamlamaya başladı. Akşam iyice çöküp, olanca karanlığını Tebriz’e bürüdüğü an da, o da şiirin son mısraını yazdı.
Sevinçle evden içeri girdi. Bu sevinç, eli hünerli yaşlı anasının yemeğini tatma isteğinden doğmuyordu; şiiri bitirmiş olmanın coşkusuydu. Sofraya oturmadan cebinden çıkardığı son şiirini anasına okumaya başladı. Şiiri bitirdiğinde anasının yüzünde her zaman var olan gülümseme yoktu. Şaşırdı. Oysa, her şiirini her okuyuşunda anası sevincini belli ederdi. Dayanamadı:
-Ana hasta mısın yoksa?
Anası Farsça hasta olmadığını söyledi! Bu cevaba tümüyle şaşırdı Şehriyâr… Anası, evde Farsça konuşuyordu! Oysa, o yalnız, Fars tüccardan alış-veriş yaparken Farsça konuşurdu… Aklı yettiğinden beri, evde herkes Türkçe konuşurdu. Hele rahmetli babası buna çok özen gösterirdi.
Şehriyâr, hayret dolu bakışlarla anasına sordu:
-Ana, niçin Farsça söyledin?
Yaşlı kadın, oğlunun yüzüne bakmadan yüreğindeki sızıyı dile getirdi.
-Sen Türkçe şiir yazıyor musun ki, ben sana Türkçe söyleyem! Evimize hapsettin Türkçe’yi! Ot, kökü üstünde biter, Türkçe ile büyüdün, Farsça yazarsın. Artık dinlemeyeceğim şiirlerini!
Şehriyâr’ın yüzü allak bullak oldu. Elindeki Farsça yazılı son şiirin bulunduğu kağıdın, parmakları arasından yere düştüğünü hissetmedi bile. Yavaş adımlarla yandaki odaya geçti. Zihni karmakarışıktı. Yüzüne bir ana tokadı inmişti! Yemeği unuttu. Geçmiş günlere daldı. Babasının elinden tutup Haydar Baba dağı, eteklerindeki köyleri dolaşmasını hatırladı. Hoşgenap’ı, Güllüce’yi, Kayışkursak’ı, Vangüzelleri’ni gezişini düşündü. Dinlediği Türkçe masallar, zihninin gizil mahzenlerinden bir bir çıkıp; beynine egemen oluyordu..
Oturduğu sedire uzandı. Kendi kendine inlercesine konuştu:
-Türkçe yazacağım… Bundan sonra Türkçe yazacağım!…
Türk dünyasının en güçlü şairlerinde olan Muhammed Hüseyin Şehriyâr, 1904 yılında Tebriz’de doğdu. Babası Dâvâ Vekili Mirzâ Aka Hoşgenabî, Hoşgenab kasabasının Haydar Baba köyündendir.
Şehriyâr, İran’daki Güney Azerbaycan şehirlerinden olan Tebriz’de ilk öğrenimini gördü. İlk Okul’dan sonra Medrese-i Tâhibiye’de Arapça ve Arap edebiyatı yanında, Fransızca da öğrenmeye çalıştı. Orta Okul’dan sonra Tahran’a giderek liseyi bitirdi ve Tıp fakültesine girdi. Tıp fakültesinin son sınıfından ayrıldı. Çeşitli memuriyetlerde çalışmaya başladı. Bu arada şiir gücü gittikçe büyüyor, İran’da zevkle okunan şairler arasına giriyordu. Hep Farsça yazıyordu. Babasını 1936 yılında kaybedince rûhî bunalıma düştü. 1942 yılından itibaren beş yıl boyunca büyük sıkıntılar çekti. Annesi, bu zor günlerinde tek dayanağı oldu.
Yazdığı şiirlerle bütün İran’ın kalbini fethetti. Kendisini çağın Nizâmî’si, Hâfız’ı, Sa’dî’si olarak gördüler. Farsça’yı bir Fars’dan çok daha mükemmel şekilde kullanıyor; Fars dilini şiir sanatında ustaca işliyordu. Daha sonra, annesinin uyarısı üzerine TÜRKÇE şiirler yazmaya başladı.
Şehriyâr, genç yaşında evlendi. Bu evlilikten bir kızı oldu. Çalıştığı bankadan emekli olunca daha sakin bir hayat sürmeye başladı. Küçük kızını bağrına basıp, Tebriz sokaklarında dolaşırdı.
Şehriyâr, tasavvuf ile ilgilendiği gibi, Kur’an ayetlerini, levhalara yazarak, “Hat Sanatı”nda da söz sahibi olduğunu gösterirdi.
Şehriyâr’ın HAYDAR BABA’YA SELÂM adlı şiiri, özellikle Türkiye’de tanınmasına sebep oldu. Bu uzun şiir 1960’lı yıllarda Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından, aynı adla kitap olarak yayımlandı. Şiir Türkiye’de büyük etki yaptı. Şiire ad olan Haydar Baba, hem bir köy ismi, hem de bir dağ adıdır. Bu dağın eteklerinde şu köyler vardır: Güllüce, Narinâbad, Başkend, Taşatan, Kıpçak, Serha, Karaçimen, Hoşgenab, Kayışkursak, Vangüzelleri, Büyükşengilova… Bunlar Türk köyleridir. Şehriyâr’ın çocukluğu bu köylerde geçmiş; Haydar Baba’nın eteğindeki kırlarda dolaşıp, oyun oynamıştır.
Şehriyâr, Haydar Baba’ya Selâm şiiriyle çocukluk günlerine döner. O günleri arar. O köylerdeki gelenekleri, köy hayatını anlatır. Anlatışında duruluk, içtenlik vardır. Haydar Baba’ya Selâm şiirinde anlattığı hayat, herhangi bir Türk budununun bulunduğu yöredekinin hemen hemen aynısıdır. Aynı sosyal ilişkileri, aynı gelenekleri; Türkmeneli’nde, Kırgızeli’nde, Kazakeli’nde, Özbekeli’nde veya Anadolu’da bulmak mümkündür. Bu bakımdan bu ulu şiir, Türk dünyasında, bozkır hayatının, özellikle köy hayatının en usta anlatımıdır.
Diğer yandan Şehriyâr, İran’da yazdığı Türkçe şiirlerle, İran Türkünün kültür varlığını da bütün dünyaya tanıtmıştır. Şehriyâr, bu bakımdan unutulmayacak bir ulu kişidir.
1988 yılında Tahran’da ölen bu büyük Türk şairini rahmetle anıyoruz.
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
El Kimin
Şehriyar’ım gözüm yaşı sel kimin,
Garip sen mi vetanında el kimin,
Sevdan üreğimde kara yel kimin,
Heç elden özgeye gardaş olar mı?
Haramzadalardan yoldaş olar mı?
Gurt gurtnan dolaşır, itler it inen,
Gurt şikarnan doyar, itler küt inen,
Yanaşmanın goynu dolar pit inen
Heç elden özgeye gardaş olar mı?
Fars, Çin, Urustan yoldaş olar mı?
Oğuz Atam bizi görse neyliyer,
Dövüner dizini helak eyliyer,
Yeğin geyze gelir, gönü göynüyer,
Heç elden özgeye gardaş olar mı?
Yılandan, çiyandan yoldaş olar mı?
Bed-güman değilem Allah kerimdir,
Turan hayalimdir, etim, derimdir,
Böyyük Asya nece olsa benimdir,
Gurt yuvalarına tilki dolar mı?
Ayıdan, Moskof’tan yoldaş olar mı?
Şehriyar’ım, incinmeyin sözüme,
Dost acı danışar dostun özüne
Gah ağlaram, gah vururam dizime
Heç elden özgeye gardaş olar mı?
Hayından, uğrudan yoldaş olar mı?
Şair Şehriyar
Haydar Baba’ya Selâm
Heyder Baba, ildırımlar şahanda,
Seller sular şakgıldıyup ahanda,
Gızlar ona sef bağlıyup bahanda,
Selâm olsun şovketüze, elüze,
Menim de bir adım gelsün dilüze.
Heyder Baba, kehliklerün uçanda
Kôl dibinnen dovşan galhıp gaçanda,
Bahçalarun çiçeklenüp açanda,
Bizden de bir mümkin olsa yad ele
Açılmayan ürekleri şad ele.
Heyder Baba, gün daluvı daglasın,
Uzün gülsün, bulahların ağlasın
Uşahların bir deste gül bağlasın
Yel gelende ver getirsin bu yana.
Belke menim yatmış behtim oyana.
Karı mene gece nağıl deyende,
Külek kalhıp kap-bacanı dövende
Kurd geçinin Şengilisin yeyende,
Men kayıdıp bir de uşak olaydım.
Bir gül açıp ondan sonra solaydım.
Göz yaşına bahan olsa, kan ahmaz.
İnsan olan hançer beline tahmaz,
Ama keyf, kor tutdugun burahmaz,
Behiştimiz cehennem olmaktadır
Zilhicremiz Muharrem olmaktadır.”
Şair Şehriyar
ŞİİR
Şiir dikenli,yemişli
Acı dikenleri bana,
Leziz yemişler size…
Şiir yokuşlu,inişli
Sarp yokuşları bana,
Kolay inişler size…
Şiir parçalı,bulutlu
Boş parçaları bana,
Pembe bulutlar size…
Şiir korkulu,umutlu
Hoyrat korkuları bana,
Taze umutlar size…
Şiir bana,şiir size
Yemişleri,yokuşları,bulutları,umutları,
Hazinedir hepimize…
Şair Şehriyar
M A A R İ F İ M İ Z
Neyimiz var övünecek, cehalettir maarifimiz,
Maarifin özüne de hıyanettir maarifimiz.
Ecnebi kalemiyle yazılmıştır programı,
Tutu kuşu dersi verir, o sıfattadır maarifimiz.
Ustalaşmış düzü eğri, eğriyi düz tanıtmaya,
Yazık millete, faciadır, musibettir maarifimiz.
Nerdeki bir nur kapısı var, yedi yerden qıfıllayır,
Bir karanlık uçurumdur, bir zulmettir maarifimiz.
Ecnebinin tamburuyla oynadığın yeter, tamamdır,
Uyan millet, kendi gözünle gör, gaflettir maarifimiz.
Gözlerini açabilsen bu ağır dev uykusundan,
Nalen çatar feleklere, felakettir maarifimiz.
Gençlere ne bir sanat, ne de hayat dersi verir,
Açar zillet kapısını, cehalettir maarifimiz.
Hırsızlara şerik devlet, doğruluktan ders öğretir,
Baştanbaşa kuru sözdür, nasihattir maarifimiz.
Bu devlete kulluk etmek, memlekete hıyanettir,
Hainliğe, satılmışlığa delalettir maarifimiz.
Ömrümüzün altı yıllık gül tacını yele veren,
Üniversitede ne öğretir, sefalettir maarifimiz.
Profesörler bile bile öğretime yalan katar,
Ona böylesi menfaattir, zelalettir maarifimiz.
O “hıyanet bahçesinden” gül derse de, susar yine,
Ne eylesin, ilacı yok, rezalettir maarifimiz.
Bikes vatan, hünersizler, gayretsizler elindesin,
Baştanbaşa hıyanettir, cehalettir maarifimiz.
Şair Şehriyar
Annem
Çığırdığı mahalli türküler,
Anlattığı güzel ve albenili öykülerle
Daha beşikteyken ben, ölüp gidinceye kadar
Saza ve söze kurdu sinir tellerimi
Gülüşüyle şiir ve nağme ekti bağrıma
Sonra gözyaşlarıyla suladı bu ekintiyi
Titreyip bana ışıldadı o ruh ihtizazı
Ve ben bu ruh ihtizazından aldım naz havasını
Ve kendime aşktan yeni bir alem yarattım.
Hayır! O ölmedi, zira ben yaşıyorum halâ
O kederimde, şiirimde ve hayalimde yaşıyor.
Şairâne mirasımdan ne varsa hep ondandır
Güneşin ve ayın kaynağı söner mi hiç?
O yiğit kadın hiç ölür mü? O Şehriyar doğurdu
“Gönüllü aşkla dirilen asla ölmez”.
Kadın ve Erkek hizmetçilerini bırakıp şehrinden
Benim ve alınyazım ardına düştü
Geldi, kanatlarının altında gaz tenekesi
Yarı canlı bir aşk lambasını yakmak için
Her gece fakir bir evin kapısından girmek için
Hayır! O ölmedi, ayak seslerini duyuyorum
Halâ çocuklara çıkışıyor
Hamid sus!
Bijen! Çekil kenara!
Sessiz, kevgirle
Hastası için yemek pişiriyor
Hastasına beş yıl bakıcılık yaptı
Kan ve gözyaşına bulandı da hastasını kurtardı
Ya oğlun senin için ne yaptı? Hiç… Hiç…
Yalnızca bir hastane
O da başkalarının yardımıyla
Ve bir gün haber verildi Gel! O öldü.
Kum yolunda, geçen her şey bana somurtuyordu
Dağ kıvrımı bana sövüp uzaklaştı
Ovada eğri büğrü kara çizgiler
Alınyazısı tomarı ve ürkünç haberler
Göl de uzaktan halime ağlıyordu
Türbenin etrafında sadece tavaf ve bir namaz
Okuduğum Yasin suresinde bir damla gözyaşı
Anne toprağa gitti
Eve döndüm, anlatılacak gibi değil!
Baktım her zamanki gibi havuzun kenarına kurulmuş
Yine kirli gömleğimi yıkamıştı
Sanki güldü ancak kırgındı:
Beni toprağa verip geldin ha?
Tek başına komam seni yoksul çocuk!
Gülmek istiyordum gördüklerim karşısında
Fakat bir hayaldi
Vah anacığım vah!
Şair Şehriyar
Babam
Dedemin elindeki âsa olayım, fakat ne çare
Ayağım çamura saplandı, başıma toprak saçıldı, baba!
Gönül kanı yutarak bir bahçıvan gibi yetiştirdin beni,
Ama bu fidanından bir meyve alamadın baba!
Ah ki, zamanın oyunu beni gafil avladı!
Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba!
Bak seni evlatsız bıraktım baba!
Sen de gittin beni babasız koydun baba!
Dedim elindeki asa olayım fakat ne çare
Ayağım çamura saplandı, başıma toprak serpildi baba!
Bizi yetim bırakıp yolculuğa çıkmak da neyin nesiydi
Mutlu gidiyorsun git yolun açık olsun baba!
Görmek için seni yavaş git zira bu yolculuğunla
Geri dönmek arzusunu taşımıyorsun baba!
Sen beni görme özlemini toprağa götürüyorsun
Ben de seni bir daha ancak rüyamda görürüm baba!
Bir bahçıvan gibi ciğer kanıyla beni yetiştirdin
Oysa bu fidanından bir meyve alamadın baba!
Ah ki zamanın oyunu beni gafil avladı!
Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba!
Ruhumun mateminle bedenimden evladır
Lakin acın gönlümden çıkmıyor baba!
Demirci dağ gibi içimi dağlıyordu
Ahımın soluğu demirci gibi inip çıkıyordu
Behcetabad’taki havuzun üzerinde
Kaza ve kadere göğsünü siper etti başım
Aşk kumarı, kaplan avlamaya benzer
Okun yanlış hedefe gitmesi tehlike belasını getirir
Kendimden bile haberim yoktu aşkın yasında
Kimseler benim gibi senin gelin olduğundan haberdar olmasın
Ondan geçip kendime geldiğimde
Yanı başımda eski elbiseli bir yolcu oturuyordu
Hafif bir ninniyle bir düşe kapıldım ve
Hiçbir zaman inanmadığım o şeyi gördüm
Hisarın çatısı yarılıp içinden tomurcuklar açtı
Kara geceme apak bir seher geldi
Baht sarayının odasına yıldızlar yağmaya başladı
Benim şu zifaf gecem seninkinden daha kutlu, daha uğurlu
Tabiatın bir şaheseri olarak hayret verici o gece,
Gerçekten şairin kavuşma ve zifaf gecesi oldu
Aynanın İskender’in sarayından yansıdığı gibi
Onun aksi ufuklara güldü o gece
Yeryüzü feleğin çalgısıyla oynamaya, sevinmeye başladı
Dağ, deniz, orman altınla süslendi
Mahşer kalabalığında güneş ve ay felek çemberinden
Çıkıp gelmede diye Süreyya gerdanlığı koptu
Benim şairane düğünümü kutlamak için
Yeryüzü senin ayağına gül saçtı gökyüzü ve mücevher
Göğün yemyeşil bir ışıkla yarıldığını
Kevn-ü mekanı şevket ve ihtişam kanadı altına aldığını gördüm
Şarap ve Mine taşı zerrelere öyle saldırdı ki
Kimse cevheri arazdan ayıramıyordu
Sonra her ne varsa odur, ondan başka her şey hevadır
Hevestir, hebadır, hederdir diye nağmeler söyledin
Benle sen ayna tutucuyuz, zuhurun tecelligâhıyız
Zahir odur ondan başkası mazhar
Sonra benim tabiatımın iffetli kızına dedin ki:
Git Sedef gibi incilere gebesin sen
Gözyaşımı silip görüşme vaadini
Bu dünyadan öte dünyaya bırak dedin.”
http://www2.irib.ir/worldservice/turkishradio/shahriiar.htm