Merhaba Sevgili Dostlar,
Ben genel olarak olayların, durumların önce olumsuz yönlerini gören karamsar tiplerden değilim.”Olmaz,yapılmaz” zihniyetini ise hiç taşımadım.
“Her gecenin bir sabahı, her yokuşın bir inişi vardır” anlayışıyla her zorluğu aşmaya sabır ve gayret göstermiş bir insanım. Bundan dolayı da epeyce yorulmuş olmama rağmen “mutluluk” kelimesini doya doya yaşayanlardanım.
İşte bu siteyi kurarken, günümüzün tozlu dumanlı ortamında, şiir ağırlıklı sanatsal esintilerle nefes alacak bir alan oluşturmayı arzu etmiştim. Ümite, özgüvene, dostluğa,barışa, güce,estetiğe inceliğe….en çok ihtiyaç duyulan şu dönemde, tüm bunların lezzetini tattıracak şiirlere, yazılara yer vemekti niyetim. Böylece az biraz soluklanıp, içinde bulunduğumuz girdapları “olduğu gibi” yorumlayarak doğru çıkış yollarını bulmak ve ümitle, güvenle yürümeye katkı sağlamaktı amacım.
Kötünün içindeki iyiyi, karanlıkta gizlenen aydınlığı görmeye bir kapı aralamaktı isteğim.
Ne yazık ki, bu niyetle klavyenin başına oturup tuşlara dokunduğumda ortaya çıkan yazılar, içimdeki üzüntülerin dışa vurumundan başka birşey olmuyordu.
Bu da doğal olarak hoşuma gitmiyor ve silip atıyordum. Öte yandan sizlerle yeni birşeyler paylaşamamanın sıkıntısı çöküyordu üzerime.
Dün bir kaç arkadaşımın fikrine başvurdum.Durumumu anlattım ve varsa çözüm önerilerini istedim.Sonuçta hiç bir kaygı gütmeden düşünce ve duygularımı serbestçe paylaşmamın en doğru yol olduğuna karar verdim. Artık içimden gelen, zihnimde şekillenen ve klavyeden dökülenleri ‘kendim seçici davranmadan’ sizlerle paylaşacağım.
Moda deyimle ” akışına” bırakacağım.Hemen şu anda başlayıp dün yaşadıklarımı anlatacağım.
Uzun zamandır bir ar-ge projesi üzerinde çalışıyorduk. Bir dişli takımı tasarımı yapmıştık. Deneme için iki takım lazım oldu. Teknik resmini çizdik ve satıcı bir firmaya sipariş verdik. Epey zaman geçtikten sonra sipariş ettiğimiz dişli takımları geldi. Geldi ama bizim çizdiğimiz resme uygun değildi.Belli ki resmi okuyamamışlar veya belki de o detayları yapabilecek nitelikte makineleri yoktu.
Arkadaşlara ” Konya’da bir dişli fabrikası vardı, orayı arayalım” dedim. Araştırdılar ve acı haberi verdiler:” O kocaman fabrika kapanmış! ”
Artık dişliler Çin’den geliyormuş. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Çok, ama çok üzüldüm. İyi üretim yapan, güçlü bir firmaydı. Benim memleketimin insanı, benim kardeşlerimle, ülkemin toprağının zenginliklerini ürüne dönüştürüyor, insan yararına sunuyordu…….Artık yok.
Bu üzüntüyle yıllar önce duyduğum trajikomik fıkra geldi aklıma.
Genç bir kız akşam eve geldiğinde annesine sevinçle demiş ki: “Anneciğim, hani o çok beğendiğim pahalı ayakkabı vardı ya, işte onun fiyatı çok ucuzlamış, neredeyse yarı fiyatından da ucuza aldım”. Annesi acılı bir tebessümle “Öyle mi?….Ağabeyin de bugün işini kaybetmiş. Çalıştığı fabrika kapandığı için”demiş.
Bir bir kapanıyor fabrikalar Sevgili Dostlar. Ülkemizin üreticileri can çekişiyor……
Diyeceklerim boğazıma düğümleniyor, karma karışık ve Yaş otuzbeş şiiri dolanıyor dilime .
…….
Ayva sarı, nar kırmızı, sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
(Cahit Sıtkı Tarancı)
Buna karşı küresel işletmeler atakta. Her kapanan yerel işletmenin yerini bir yabancı alıyor. Kimi franchise adıyla, kimi yerliyi satın alıp eski ismi yeni sahibiyle boy gösteriyor yabancı işletmelerin
Hele moda sektörler…… sürekli zirvede,….. daha zirvede. Örneğin cep telefonu sektörü, bilgisayar sektörü, internet sektörü, para sektörü….
Ama bunlar domates değil , ekmek değil, süt değil , ısı değil , ilaç değil, giysi değil , ev değil , iş değil , iş yeri değil, mutluluk değil!
Bunlar radyasyon, bunlar hormon, bunlar zehir, bunlar don, bunlar hastalık, bunlar çıplaklık, bunlar işsizlik, bunlar kölelik, bunlar bunalım…..
Yok yok ..daha yazmayacağım. Bu günlük bu kadar yeter…Hele biraz soluklanayım, zihnimdeki sağnak yağış biraz sakinleşsin, sonra devam ederim.
Kalın sağlıcakla… 11 Ocak 2013
Ömer Bozdoğan