İzzet Bey kendi halinde, halim selim ,ancak arayış içinde müteşebbis bir insandı.
Mutluydu, mutlu olmasına da, “esas mutluluk” neydi? Daha ne yapmalıydı “Hıh!
İşte şimdi oldu. Buymuş meğer aradığım !” diyebilmek, hayatın lezzetini kavrayıp orada kalabilmek için?
Elinde birtakım ipuçları vardı. Okumuştu değerli kaynakçalardan. Çok büyüktü hocaları, bulunmuştu rahle-i tedrislerinde… Dağarcığındaki birikim belki yeterli değildi ama gerekli olanların pek çoğu vardı gerçekleştirmek için. Vardı var olmasına da tek başına olmuyordu. Biri, birileri de olmalıydı ki roller dağıtılsın, oyun kuralına göre oynansın. Yoksa şaklamazdı tek el, karşısında bir diğer el olmadıkça.
Elbette yalnız değildi bu fikirlerinde İzzet Bey. Tıpatıp olmasa da değişik nüanslarda, fakat aynı çizgide bulunan bazı insanlar olabilirdi. Neden açmasındı bu fikirlerini onlara da?… Mesela Rıdvan Bey, mesela Rıdvan Bey’in kardeşi Fazilet Hanım…
İzzet Bey. Rıdvan Bey ve kardeşi Fazilet Hanım’la ,Allah nazarlardan saklaya, pekiyi anlaşır, görüşür, koyu koyu muhabbet ederlerdi, zaman ve mekân uygunsa…
İçtikleri çaydı. Yedikleri pasta… Bazen pilav da olurdu. Çorba da tasta… Hatta bazen gece yarılarına dek sürerdi muhabbetleri de, yakın çevreleri sorardı müştekice hikmetini…
Ara sıra Recai Bey de katılır dinlerdi bu yakın çevrenin dikkatini celbeden koyu muhabbeti… “Bu Recai Bey de kim?” diyeceksiniz haklı olarak.
Efendim, Recai Bey, Rıdvan Bey’den küçük, Fazilet Hanım’dan büyük. Ortanca birader anlayacağınız. Kendilerinin Başvekâlette vazife almaları nedeniyle muayyen zaman ve zeminlerde iştiraki mümkün olabiliyordu bu görüşmelere… Hatta kimi zaman “Jön Türkler’den” olabilir kuşkusu ile her konu yanında açılmazdı Recai Bey’in.
Recai Bey tam katılmıyordu görüşmelere ama uzaktan izliyordu onları… Hatta kuvvetle destekliyordu oluşan fikir ve görüşleri. Bir benzerlik, bir paralellik seziyordu kendi öz düşünceleri ile de, aynı terimlerle tanımlayamıyordu belki muhabbetin hulasasını…
Neyse efendim, bu sohbet toplantılarında öyle fikirler oluşmuştu, öyle görüşler serdedilmişti ki, artık bunların hayata geçirilmesi, düşünceleri paralellik arz eden diğer insanlara, mesela Dündar Bey’ e, mesela Abidin Bey’ e, mesela Zihni Bey’e de ulaşarak umuma yaygınlaştırılması farz olur.
Artık toplantılar genişlemiş, her mekâna sığmaz olmuştur. Zira oluşan güruh, almaktan-satmaya, okumaktan-dinlemeye, eğitimden-yönetime kadar geniş ve yaygın konuları pek de alçak olmayan perdelerden seslendirmekte, bu düşünceleri bir an önce gerçekleştirme ateşiyle yanıp tutuşmaktadır.
İzzet Bey güdümlü, Fazilet Hanım ve Rıdvan Bey eşgüdümlü fikir olarak öncelikle şirketleşilmesi gerekmektedir. “Hatta olması gerekir ki ” der Fazilet Hanım. “Bu şirket. şirketlerin şirketi olursa daha anlamlı ve görkemli olur, hem kulağa da hoş gelir.”
İzzet Bey ateş parçası, “Olur mu, olur !” der hemen. Azimet Hanım bu işi iyi kotarır diye de havale edip odaklaştırır konuyu acilen. Hoppala…. Azimet Hanım da kim? Nerden çıktı? Efendim sakin olun. Azimet, Fazilet Hanım’ın göbek adı… İzzet Bey işin ciddiyetine atıfta bulunmak için kullanmıştır Azimet’i.
Derken Efendim, Azimet Hanım bir yandan, İzzet Bey, Rıdvan Bey bir yandan ve hatta Dündar ile Abidin Bey, Zihni Bey’i de yanlarına alarak öbür yandan, girişirler bu şirketlerin şirketini oluşturmaya…
Tez zamanda gerçekleşir emelleri… Oluşuma sıcak bakan ve fakat durağan ortaklar dahi kımıldamaya başlar birer ikişer şirket merkezinde… Soğuk bakanlar kulakları burada, burunları kıvrık kendi gailelerine dalarlar sözüm ona… İlgisizler, bilgisizler de zaten ne orada ne burada…
Azmin elinden bir şey kurtulmuyor Efendim. Şirket de şirket oluyor yani… İşi var, eşi yok. Görkemli binası, son model mefruşatı, elektronik donanımı, kapıda Mercedes’i, BMW’si, giden,gelen, çalışan… üff! Gören ıslık çalıyor, Şirketler ana sahibi oluyor, yavrular ana şirketi kucaklamaya çalışıyor biraz garip, biraz da süt bulmuşcasına… Sütü gören “Anam benim !” diyor.
Ana şirket de şefkatle kucaklıyor yavrularını, eti,sütü, bakımı… derken eğitimine ayrı bir özen gösteriyor.
Elbette bütün bunlar izleniyor dışarıdan. Sıcaklar – soğuklar, ilgililer- ilgisizler, maksatlılar-maksatsızlar, taraflılar-tarafsızlar… Herkeste bir merak ve ilgi… Katılmak isteyen, ortak olmak isteyen,”işte ben de varım” diyen, bir teveccüh, bir teveccüh…
İyi güzel de, her çıkını alıp gelene, buyur buyur mu?…. Yani? ….İzzet Bey’in kafası karışır bir an… Daha doğrusu yön yöntem uçuşur beyninde… Ne de olsa anını yaşayan halim selim bir insan izzet Bey. İşin buralara geleceğini düşünmemiştir sırası gelmeden.
Hemen istişare heyetini toplar ve başlarlar yön yöntem çizmeye, Fazilet, namı diğer Azimet Hanım, Rıdvan Bey ve belki de Abidin Bey hep birlikte ölçer tartarlar ortaklık statükolarını…
“Öyle her isteyen girememeli” der izzet Bey. Azimet tasdik eder başıyla “Dingo’nun şeyi mi burası”… Rıdvan Bey hem fikirdir, “üstelik” der,”Kaçar takla atabilecekler onu görelim hele”.
İzzet Bey itiraz eder “Yok öyle! Havada parende bile atsa yetmez. Gerekli referans ve belgeler tekâmül etmeden gelirse olmaz. Sirke gitsin,sirke !”
Hep birlikte başlarını sallar Şirket Erkânı…”Haklısın” derler.”Bu güzel muhabbeti bozabilecek şaklabanlara karşı kati kurallar koymalıyız.” Azimet Hanım iş çantasını açar kibarca, “işte” der “Katılımcı Bilgi Formu”, “bir doldurulsun hele, görelim kim kimdir? Kim ne düşünür, ne ister.”. Bu da uygundur Erkan-i Şirkete göre. Fakat esas Rıdvan Bey’in parlak fikri son anda gelir huzur-u erkân önüne…”Efendim bunların hepsi güzel de, bu vatandaş gerekli mi? Yeterli mi? Hani Yeterlilik Belgesi? Sokacaksın bunların üçünü beşini bir sınıfa, çekeceksin sınava, bak bakalım kim istekli? Kim gerekli? Kim yeterli ?”. Herkes birbirine bakar “doğru” dercesine. Ancak Azimet Hanım söz ister yine kibarca “Doğru olmasına doğru da, eğitimsiz sınav olur mu kardeşlerim” der, “Önce tüm katılımcılar ve bizler dahi bir eğitim seminerinden geçmemiz, sonucunda sınava çekilmemiz, başarırsak K.Y.B. ile perçinlememiz gerekmez mi?”. Başlar yine sallanır uyumluca, “doğru” anlamında…
Abidin Bey’in de çok mühim ilaveleri vardır. Atılır “Arkadaşlar, Arkadaşlar! Bitti mi?” (Hep bir ağızdan) “Bitmedi”.”Evet arkadaşlar, bildiğiniz gibi Etkin Yönetim’de seçilenden daha önemlisi, seçendir. Bilinçli seçmen, kimi, niçin seçeceğini, nereye bakacağını bilir. Bu yüzden seçmen olma ehliyeti de sınava tabi olmalıdır”.
İzzet Bey bir hayli yorulmuştur. Müsaade ister meclisten usulca… Çekilir dinlenme odasına… Bir ağırlık çöker üstüne… Göz kapakları ağırlaşır, kaldıramaz dirense de…
Hayırdır İnşallah! İzzet Bey ölmüştür (Olamaz mı yani !). Bu fani dünyaya kimse kazık çakmadı ya! Merasimler-Törenler-Ayinler-Ağıt-Figan… Derken efendim gürültüler kesilir. Loş bir aydınlık, bir uzay sessizliği… Tın dese tüm evren duyacak! İzzet Bey yarı ürkek, yarı korkulu merakla bekler, bakınır. Kefenini düzeltir, çırpar eliyle toz olmuş diye…”Elbet biri gelip karşılayacaktır” der kendi kendine…”Adam bi başına böyle bırakılır mı?”.Haklıdır bırakmazlar. Aniden iki tane ızbandut gibi zebani beliriverir yanı başında.”Bunlar sorgu melekleri olmaya sorgu melekleri de” der içinden, “Dünyada anlatılanlara pek benzemiyor bunlar”. Evet, bunların öyle bembeyaz tüylerden iri kanatları yoktur. Öyle ağzı var dili yok, sürekli gülümseyip kuzu gibi duran melek gibi melekler değildir bunlar.”Ey dünyadakiler” diye haykırmak ister. “Ah benim meleğim, ah benim melek yavrum diye öyle yanlış yanlış konuşmayın. Buradaki melekleri bir görseniz, hiç de öyle diyemezsiniz.”
İzzet Bey heyecandan ölecektir neredeyse ama, “Yahu zaten öldüm ya” der sinirlice. “Bu nasıl iş “ diye düşünür… Eli kalbine gider bulamaz, “Atmıyordur ki” der içinden.” Allah’ım ne olacaksa olsun !” derken sağ melek gümbürder “Hey sen! Sağdan ikinci gel buraya !”.
İşte o zaman izzet Bey, yalnız olmadığını fark eder. Burası bekleme odasıdır… Üç beş kişi daha vardır odada ve hepsi de hayatta iken zaman zaman teşriki mesai ettiği muhtelif insanlardır.”Evet, evet, sağdan ikinci, Müştak Bey…”der hayretle. Sonra Müştak’ın düşmanca davranışları gelir aklına. “Seni hınzır seni!”derse de hemen toparlar. “Aman, eyvah, ne yapıyorum, burası ahiret, kötü düşünmemem gerekir. Özür…özür..”
İzzet Bey böyle duygular geçiredursun, sol melek Müştak Bey’i kapıp kor, sağ melekle ortasına. Sorarlar “Adın ne?” . Titrek bir ses “Müştak”, “Neyle uğraştın, neyle haşroldun söyle!”derler Müştak’a sertçe… Müştak dilinin döndüğünce anlatmaya başlar. Dinler bakarlar ki “Kem küm” tekrar sorarlar,
“Boş ver onları da asıl şunu söyle? Şirketlerin şirketi ana şirketi bilir miydin? Var mıydı ilgin?” Donakalır Müştak. İzzet’i hatırlar aniden,” o da arkamda zaten” der.
İzzet Bey, olsa gözleri fal taşı gibi açılacak ve yine olsa, küçük dilini yutacaktır, Sevinçten zıplamak ister, zıplayamaz.”Bizim! Bizim! O bizim şirket! Ben kurdum sayılır hatta!” diye bağırmak ister. Zor durdurur kendini haykırmamak için. Ya müştak? Müştak Bey ne yapsın şimdi? Duydukları karşısında bayılsa bayılamaz, zaten bayılmanın ötesinde, ölü… Ölü işte, var mı ötesi…
Zavallı bayılamaz da…”Hoppala… burada da karşıma çıktı şu şirket. Şimdi ne alakası var yahu… Soracak soru mu kalmadı be hey mübarek melek” diye aklından geçirir. Ancak burası kahpe dünya değil, karşısındaki de molla angut değildir. Müştak Bey’in tüm bu geçirdikleri sağ meleğe anında malum olur ve yine gürler. “Söyle be hey fani! Şirketlerin şirketine nasıl bakar idin?”.Müştak perişan, Olsa boynu, kısacak. Elleri olsa yüzünü kapayacak. Gözyaşı olsa, vallahi ağlayacak! Pabuç pahalı. Karşısındaki komiser Abuzittin değil ki cebine kıstırsın bi onluk. Çaresiz yanıt verir, biraz da umutla. Belki de melek ondan yanaydı. Öyle ya hiç mi kendisi de haklı olamazdı !”Efendim ben bu şirkete pek soğuk bakar idim. Hatta epeyi de taş koymuştum işlerine”. Tam burada sağ meleğin eli kalkar. “Kes” der hükümlüce… Ve seslenir maiyetine “Atın bunu derhal soğuk cehenneme!”.Anında kavralanır Müştak. Hiç acımaları yoktur bu zebani meleklerin. Buz gibi hava eser o anda odada… Sadece Müştak’ın ayak sesleri duyulur buzlar üstünde “Tak… ! Tak…! Tak…!”.işte bu giden Müştak!. Herkes olmayan nefesini tutmuş, başına gelecekleri düşünmektedir.
Sonra Sol Meleğin gürlemesi duyulur. “Sıradaki”, “Buraya”.Yine biri kollarından kavralanır ve konur “güm” diye ortaya. “Adın ne?”. “Aaaa !” der İzzet Bey hayretle.”O da burada… Şevket Hulusi Bey! “
“İyi adamdı aslında Şevket Hulusi Bey, temiz, munis, mütevaziydi. Hicaz’a da gitmişti bir kez. Bembeyaz sakalı nasıl da yakışırdı… Bir ara bize katılmaya niyetlendi. Ama ne olduysa bir türlü ciddiyete bindirmemişti bu işi”. Bu arada sorgu sual zebanilerinin arasında durdurulur Şevket Hulusi Bey. Fakat tuhaftır öncekinin aksine Şevket Hulusi daha rahattır sanki. Hatta biraz da mütebessimdir. Öyle ya önceki sorgulamayı herkes duydu. Ne de olsa kendisi iyi adamdı… Kimseyi incitmemiş, haram lokma yememiş, harama uçkur çözmemişti. İbadetini de yapardı kendince. Eh! Üstüne üstlük Şevket Hulusi, şirkete de sıcak bakardı! Niçin, neden çekinsindi ki? Yine de hayattaki o munis ve mütevazi tavrını takınarak “Ben Şevket Hulusi” dedi usulca.”Efendimi “de ihmal etmedi elbette. “Bendeniz Şevket Hulusu Efendim.” Sağ ve sol melekler birlikte gürlediler. “Neyle uğraştın? Neyle haşroldun ölümlü dünyada, söyle?” dediler ve ilave etmeyi unutmadılar, ” Şirkete nasıl bakardın? İlgin var mıydı?”
Gülümsedi Şevket Hulusi, tabi izzet Bey de… Hatta izzet Bey daha da bir rahatlayıp keyiflendi. Şevket Hulusi yine o munis, mütevazi edaları ile dilinin döndüğünce anlattı neyle iştigal ettiğini, neyle yoğrulduğunu… Edebiyatı da bayağı güzeldi doğrusu. Dünyada en katı insan, en katı hâkim dahi olsa etkilenir, yumuşardı söylevinden. En sonunda final ve flaş cümlesini patlattı. Etkili, güvenli ve emin bir edayla “Şirkete de çok sıcak bakardım efendim. Düşünmekten hicap duyarım ama bir iki yardımım da olmuştur âcizane.”
İzzet Bey de dahil herkes duygulanmış, ağlamaklı olmuştu Şevket Hulusi Bey’in sorgulaması bittiğinde… Sağ ve sol melek birbirlerine baktı, bir şeyler fısıldaştılar. Katı tavırlarında pek bir değişiklik yoktu ama sanki daha bir değişik etkilenmişlerdi zebaniler.
Şevket Hulusi derin bir nefesle “ohh!” diyecekti ki, tam o sırada, aman… o da ne? Zebaniler bir kat daha şiddet ve celalle yardımcılarına gürlediler “Atın bu herifi de sıcak cehenneme! Hak ettiği yer işte orası !”.Yankılandı gök gürültüsü gibi dalga dalga. Sırası gelmeyen herkes hamdetti haline şimdilik. Allah kimseyi Şevket Hulusi’nin şu andaki durumuna düşürmesindi…
Şoktaydı Şevket Hulusi “Bana ha “der gibiydi, ama şaşkın üzgün yürüttüler çaresiz zavallıyı. Zebaniler hala söyleniyordu, ” Sıcak bakarmış ha !”, “Bak bakalım Şevket, şimdi sana yeter mi bu hararet?”
İzzet Bey biraz huzursuzlanmıştı ama olsundu, kendi kurucu değil miydi şirkette? Hem de en çok kurucu hisse ondaydı… Ama yine de bu Şevket Hulusi olayı endişelendirmişti onu. Bu meleklerin sağı solu vardı ama, bizim bildiğimiz izanı yoktu. Onlardaki izan bir değişikti.
….Derken sıradakine seslenildi. O da tanıdık biriydi ama, öylesine işte. Pek fazla görünmezdi, gölge gibi belli belirsizdi… Zebaniler ona da sordular.. “Adın ne?”. “Selami”,”Ne işe yararsın?”. “Hiç işte! Kimseye zararım yoktur aslında, öyle de olur, böyle de, ha şurada, ha burada ama hiç bi yerde, ben aslında şirketi hiç bilmiyorum. Sıcak da bakmadım soğukta… Olsa da olur, olmasa da! Efendim” dedi saygılıca… Ama zebanileri daha da bir kızdırmaktan kurtulamadı Selami. Hiç düşünmeden seslendiler yardımcılarına zebaniler, “Atın bunu şu dipsiz kuyuya, çıksa da olur, çıkmasa da !”.”Eyvah! Şu ise bak. Etliye sütlüye karışmayan Selami Bey bile paçayı kurtaramadı” diye düşündü İzzet Bey… Bacakları titrer gibi oldu, olsaydı bacakları. Artık sıra kendine gelmişti zira. Kollarından kavralandığını hissetti aniden İzzet Bey. Havada uçtu sanki ve kondu güm diye zebanilerin tam ortasına. Şaşkın, ürkek ve endişeliydi izzet Bey. Biraz da umutlu… Öyle ya, iyi ki şirketin içindeydi hayatta iken. İyi ki ayrılmamışım. “Ah imza sirkülerim olsaydı yanımda” diye düşünüyordu ki…; gürledi zebaniler yine iç titretircesine; “Deminden beri izliyoruz. Sen de kimsin ki, pek sevindin şirketi duyunca!”. İzzet Bey pabucun iyice pahalı olduğunu kavradı… Ve derhal arandı… ohh! İşte amblemli şirket çantası bile yanındaydı ve her belge vardı içinde… Kolaydı ispatı… Hemen cevapladı hafif bir gülümsemeyle “Ben işte o dediğiniz şirketin kurucusuyum.”
Zebaniler birbirine bakıştı. Yüzlerini yumuşatmadan ve yine gürleyerek “Hani nerede ispatı? Hisse senediyse ispatın, o burada geçmez!”. İzzet Bey yıldırım gibi düşündü, zira paçalar tutuşuktu, bunların hiç şakası falan olmazdı, artık iyice anlamıştı. Hemen özel yapım şirket çantasına davrandı, can havliyle ve bir şey aradı, patır kütür… Bulunca sevindi. Birden şirket eğitim seminerleri geçti gözünün önünden ve bir şey uzattı aniden zebanilere. Beyaz süslü koca bir kâğıttı bu.”Nedir bu” dedi zebaniler kızgınca… İzzet Bey haykırdı “KYB” bu “KYB…!” anladınız mı? Bu sefer donup kalma sırası zebanilerdeydi. Zira o muhteşem kapı kendiliğinden açılmış, İzzet Bey Rıdvan’ın kolunda yürüyordu İrem’e doğru…….
Bu esnada İzzet Bey uyuduğu koltuktan fırladığını fark etmiş, bağrış ve iniltilerine sekreteri Zuhal koşmuştu. “İzzet Bey,izzet Bey, bir şey mi oldu?… Rahatsız mısınız?… Doktor çağırayım mı?”.
“Dur kızım dur! Ne rahatsızlığı! Ölmüşüm ben, ölmüş!… Bırak… uyandırma.!”
Özdemir URAL
(Özdemir Bey’e çok teşekkür ederim)