Beyinlerdeki İşgal Nasıl Kalkacak?

Bir iş dolayısıyla Zonguldak Kara Elmas Üniversitesi’ne gidilmesi gerekiyordu; hemen fırsat bilip “ben giderim” dedim. Uzunca bir süredir ar-ge ile meşgul olmaktan yorulmuştum. Zihnimi dinlendirmem lazımdı.

Sabah eşimle çıktık yola, keyifle molalar verip öğleden sonra vardık Karadeniz’in buğulu güzelliğinin ortasına. Kendi halinde, mütevazi bir şehir olan Zonguldak’ın tavşan kanı çayını içtik, sahilinde dolaştık, “önce işimizi bitirelim, sonra yemek yiyecek, konaklayacak bir yerler buluruz nasıl olsa” dedik. Kimbilir, belki de Ereğli’ye geçerdik aklımıza eserse. İki kafadara ne gam!

Tam tepeye kurulmuş hastaneye giderken, doğrusu bu kadar iyi donanımlı bir hastane bulacağımızı hiç de tahmin etmiyorduk. Daha otoparktan itibaren gördüğümüz genel manzara ikimizi de hem şaşırttı, hem de çok mutlu etti.
Akşamın oldukça geç bir saatinde bizi karşısında gören hastane teknisyeni Erdem, hayretini gizleyemedi: “Gece, bu saatte..!…Keşke daha erken, ya da yarın sabah gelseydiniz.”

Genç,heyecanlı, mesleğinde ve genel yaşamında ilerlemek azmi her halinden belli bir delikanlıydı. Çabucak da kavrayıverdi amacımızı. Hem ziyaret hem ticaret türünden geldiğimizi fark eder etmez, bir an önce işimizi halletmemiz için yardımcı olup, gezilecek görülecek yerlerle ilgili önerilerini sıralayıverdi. Eşim de ben de çok memnun olmuştuk Erdem’i tanımaktan. Gözlerinde umudun pırıltısıyla, uyanık, dinamik bir evladımızın sımsıcak ilgisinin tadı damağımızda, hastaneden ayrıldık.

Yol üzerinde bir “cafe” görmüştük gelirken. “Yaş ortalaması epeyce genç bir yere benziyor ama, olsun, biz de onlardan sayılırız” deyip girdik içeri. Müziğinden ışıklarına, yemeğinden çayına gençlik kokuyordu buram buram. Keyfimize diyecek yoktu.

Ama….ah, o rahatlık batan kafalarımız var ya!.. Kıpır kıpır, rahat bırakır mı hiç?….
Güler yüzüyle hizmette kusur etmeyen, tertemiz, efendi, kibar delikanlıya pat diye soruverdi eşim: “Herşey çok güzel, elinize sağlık. Ama bir şey sormadan duramayacağım. Buranın adını “ çatı cafe” diye mi okuyacağım, yoksa “çatı kafe” mi?”
Yakışıklı delikanlım ne diyeceğini şaşırmış halde,” haklısınız efendim ama burası merkezde tanınmış bir restoranta ait. Onun için adı “çatı”.
“Hayır” dedi eşim “Adı güzel, bir sorun yok. Benim sormak istediğim şey, çatı cafe’yi hangi dilde okuyacağım. Türkçe mi, İngilizce mi, Türkilizce mi?. İçimden çatı cafe diye okumak geliyor.”
Tertemiz yüzünde biraz mahcup bir gülümsemeyle “Efendim, haklısınız da Çatı’nın ingilizcesini bilmiyorum”….!!!!

Güzel evladımıza daha fazla eziyet etmemek için sadece teşekkür etti eşim ve sustu.
Şok..Şok…Şok…Canım gecenin içine limon sıkıldı adeta. Bu, hiç beklemediğimiz şeydi. Daha doğrusu meseleyi o ana kadar tam olarak farketmemişiz meğer. Tabelalardaki “börekchi”,, “pasha” benzeri garabetler, yabancı isim yarışları, yemek çeşitlerindeki fajita majita, içeceklerdeki moka toka canımızı sıkar, eleştirmeden duramazdık. Kendimizce itiraz eder, vatandaşca çare arardık. Hatta derdim ki; “bir yeme içme yeri açsam, mutfağımızdakiler gibi bir başlık altında yiyecekleri sıralasam. Sayfanın bir tarafına yabancı adlarıyla, diğer tarafına da Türkçesini yazsam. Türkçe olanların fiyatını en az iki lira daha düşük tutarım, sırf onu istesin, Türkçe söylesin diye,..inatla..”

Off,Offf..Bu delikanlı bizi kedere boğdu yaa…..

“Aman Allahım “ dedi eşim,” Bakar mısın delikanlıma.!…Asıl beyinler işgal altında, kelimelerle ne uğraşıyoruz boşuna!?…Çocuk benden “çatı” kelimesinin ingilizcesini bilmediği için özür diledi.!..Biz cafe yerine, bari kafe yazılsa diye uğraşırken, meğerse çatı değil de “ roof “….filan niye koymadınız diye sordum sandı. Beklediği doğal tepki buymuş meğer!..Meğer beyinlerimizin işgaliymiş asıl derdimiz, yabancı kelimeler değil !”

Ne diyeyim daha…kalın sağlıcakla….

Ömer BOZDOĞAN
29.05.2011

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir